Friday, February 13, 2009

100% portakal

Beynim gündelik düşüncelerin pisliğinden tüm kıvrımlarıyla ağrımaya/ağırlaşmaya başlamıştı ki, trene bindim.

Tren önemlidir.

Tren gitmektir, harekettir, uzun yoldur, trafiksiz yoldur, tekerlek sesi ve sallantıdır, camdan bakıp kendi filmini çekmektir.

Kıçını yırtan biz modern insan için pasif kalıp "akıp giden dünyayı" izlemek için bir şanstır.

(-dir'le biten yargılara varmaktan tiksindim gerçekten. Sanki çok biliyomuş da bi halt söylüyomuş gibi. Söylemiyorum, o açıdan. Bi bok da bildiğimiz yok hiçbirimizin, yanlış anlama olmasın.)

Neyse.

Trenin camından değişen manzaraya bakarken birden geldi:
"Kader var"
"Kutsal kitaplarda yazılanlar doğru evet. Ama doğru olması yetmiyor. Önemli olan onu deneyimleyerek algılamak."

His bu. Geldi. Bilgi de ama aynı zamanda.

Hayatın "click" ettiği anlardan biri olarak.

Çünkü hayatıma bakınca, her şey böyle olmalıydı. 2003'te yaptığım her şey, çocukluk, geçen sene, en ufak seçimler, evet böyleydi. Böyle olacağını hatırladım. Rahatladım.


O yüzden kader var evet, baştan sona bir yol mevcut yani.
But not as they understand it: It is not written in stone, it is not a story where we are nothing but puppets. It is just how it is. How we live. How we get sad/happy/upset/fall in love/hate/get disappointed/eat/write/make love/breathe.


Ama experince'larla "aha" hissine kapılmak, connection'ı hissetmek, işte "kader" o. Daha fazlası da değil.


As Spike says (sings): "Life isn't bliss, life is just this, it's living."


Hadi
ya-şa-ya-lım.

No comments: