Friday, June 18, 2010

Is this hell?


Today I woke up to a new way of being broken. In the dream there was a girl and a boy. The girl had a lover and the boy had a lover as well. The boy and the girl were staying at the same place for the time being. They were looking at each other only, no words. For some reason they both went out and it began to rain terribly. They saw each other on the street. They both had their big umbrellas and decided to walk together. After a while the boy and the girl found a nice, dry bench to sit on. They did not say a word, still. The boy kissed the girl for a second. And then he said, "Finally" and kissed the girl again.

When the girl went back home, she got a text message from the boy. The boy sent her a video of a candle burning and wrote: "This is how much I could express myself today." Then there was a second message from the boy: "And this is how my love for you has burnt me alive for years.." with an image of hell-like, huge fire, and a single man standing in the middle, watching the flames. The girl was speechless.

How could she.. How could anyone..

She was burning.


She woke up.

Tuesday, May 11, 2010

?


willow is still blessed. isn't she?

Monday, January 4, 2010

Procrastination vs. procastrination

Procrastination, türkçesi var mı ki bunun?

Bir işe başlayamama hali. Ödev yapacağına evi temizleme, dizi izleme, kitap okuma, çamaşır yıkama durumları.

Nedenini bilemiyorum, bir tür başlama korkusu herhalde. Freudian slip giydiğim içindir ki sürekli olarak "procastrination" diye yazıyorum mereti. Zira hakikaten bir verimsizlik, bir kısırlık hali söz konusu.

Yarın tezimi teslim ediyorum yahu. Sabahın 8'ine kadar "tez yazıcaaaaam öeöeöe" diye uyumadım. Word dosyasını bile açmam saatlerimi aldı. Ne bu şimdi? Yazıp kurtulmanın rahatlığından bünyemi mahrum kılan nedir, kendimi mi cezalandırıyorum, nasılsa son anda kotarırım diye gereksiz bir güven mi var, napıyorum ben? Sınırlarımı hep başkaları mı çizecek kuzum, 9-5 işim olacak da ancak mı çalışıcam, sorumluluk bana verildiğinde gerginlikle karışık bir son ana bırakma politikası mı hükmedecek bana?

Tembel değilim, üşengeç değilim, korkuyorum resmen. Başlamaya korkuyorum.

24 sene oldu, başlayıp bitiyor her halt, hala korkuyorum.

Wednesday, November 4, 2009

Friday, August 28, 2009

whatthefuckisthisallabout?

Notepad'i açtı.


"Am I? Going crazy?"

Mutfak masasında oturup kendi kendine ingilizce sorular sormaktansa yazmak daha mantıklıydı.

Burnunu çekti.
Ağlıyor değildi. Sadece.. Bilmediği bir şeylere her an dokunabilir olmanın verdiği yoğun his gibiydi. Uçak düşmeden önce gözlerini kapatınca hissettiklerinden. Ya da Jack ve Marla el ele tutuşup çöken binaları izlerken Where is my mind? ın başlaması gibi. Bütünü anlayacağını sandığın bir saniye. Hepsi bu.


Kalbim neden bu kadar çarpıyor?
Ellerim soğuk.

Çünkü korkuyor. Nereye konuştuğunu bilmeden konuşmak zor, çok eskiden beri öyleydi hep.
Hayali arkadaşlarının "gerçek" olmadığını bildiğinden onlarla konuşurken hep suçlu hissetmişti kendini, yalan söylüyor veya birinden bir şey çalıyor gibi bir suçluluk. Gerçek çok önemliydi, gerçeğe tutunulmalıydı hep, somut olan, dokunduğun, sana dokunan, seni parçalayan, paramparça eden, iç organlarını söken gerçekti ve ona inanmalıydın.

Ruhum dudaklarımın arasından sigara dumanı gibi çıkıp gitti.
Now there is only oblivion and pain.


Şimdi yeniden var olmayan birileriyle konuşmak zorunda. Çocukluğundan beri yapmadı değil bunu, hem de çok yakın kişisel tarihinde yaptı, hatta var olmayan'a aşık oldu, var olmayan ile öldü, varlıkla yeniden doğdu.

Yine de.


Bazen bir dolabı açtığında bir sayfa düşüyor üzerine. Herhangi bir printerın bastığı, herhangi bir font. Üzerindekini okumak istiyor. Okumaması gerektiğini biliyor üstelik çoğunlukla. Bir anlığına kalbinin duracağını biliyor.

Yine de.


Nicki yazıyor genelde. Bazen yazı yok zaten, kalem izleri var. Bazen bir kitabın ön sözünden de önde duruyor küçük font el yazısı. "you are the one". Okuyunca geri çekiliyor.

Geri çekiliyor. Bir anlık kalp duruşu sonsuzluğu kapsıyor o saniye. Biliyor, dünyadaki, evrendeki her şeyi, her anı, her hissi, yaşanmış her acıyı, sevinci, her doğumu, her ölümü tadıyor. Yer altına uzanan köklerini hissediyor, yet they are the ones that are keeping her from flying away.
Ellerini açıyor, gözlerini kapıyor, yükseldiğini hissediyor. Oysa elleri yok, gözleri, ruhu, hiçbir
varlığı yok o an. Kitabı aldığı rafa geri koyuyor.

"Ne yapıyorsun?" diyor O.
"Bugün resmini gördüğümüz kıza mektup yazıyorum" diyor. Yine kalbi çarpıyor.
Yine var olmayan'a dokunmaya çalıştığının farkında, oysa kitap okumalıydı, başka bir şeyler yazmalıydı belki, internetten chinese noodle tarifi bakmalıydı biraz daha. Böyle hissetmemeliydi.

"Peki" diyor. Gidiyor.


Evin duvarlarını kitap kapağı gibi kapamak istiyor üst üste. En içinde kalmak, bütün duvarların ağırlığıyla ezilmek, ama "safe" hissetmek istiyor. Çünkü şimdi duvarlardan geleceklere karşı tedirgin. Her an bir başka anı'nın tam ortasına çekilme korkusuyla yaşıyor "evi"nde. Ne yapmalıydı?


Bazen unutuyor, ama üzülmediği olmuyor hiç. İnsanın, belki kadının hissetme kapasitesine şaşıyor. Tüm kadınlar arasında bir connection olduğunu fark ediyor ama hemen ardından da ne kadar naifçe düşüncelere kapıldığını anlayıp başını ellerinin arasına alıyor yeniden.

Bazen delirmekten çok korkuyor. Boğulmak üzere bir adam gibi hissediyor o zaman, suyun yüzeyine ulaşamamak çok korkutucu, bir daha nefes almayabileceğini bilmek dehşet verici. Elleriyle vuruyor suya, buz yüzey onu daha derine itiyor, ciğerleri suyla doluyor, ta ki düşünceleri donana dek.



Artık yazmak istemiyordum. Gelen her ne ise gitmişti. Senin hatıralarının yeri benimkilerle doldu. Yeniden. Kim olduğumu hatırladım, kaç zamandır burada olduğumu, ellerimi, yüzümü hatırladım. Ruhumdan gelen kusma isteği hafiflemişti.












Elleri buza vurmaktan kanıyordu.
Yavaşça uykuya daldı.







August/2009

Friday, April 10, 2009

Cesetlerin önce elleri yenir !

Ölmek elzem.

Ölüme dokunmamız gerekiyor. Televizyonda yapay kan/şiddet görmekten gerçeğini de kurgu gibi algılıyor insan artık.

Nip Tuck/ Dexter


Kan görmeye alıştık.
Etin bıçakla kesildiğini gördük.






Kokladık mı?
Elimizi dokundurduk mu damardan taze akan sıcaklığa? Tattık mı hiç?


Acı gerçek.
Unutma. Unutma.


Bir ceset görürsen, onda neyin eksik olduğunu bulmaya çalış.



You'll feel the terror of it.

It is the only way.

"What shall I do now? What shall I do?"

Herkesin dilinde bir bireylik, bir özgürlük.

Nah.


Ne kadar yırtınırsak yırtınalım özgür olma ihtimalimiz yok gibi şu noktadan sonra. Çünkü hiçbir şeyin geri dönüşü olmadığı bir noktadayız.

Her şey anlamlandırıldı.

T.S. Eliot umudu Doğu'da görmüştü.

"Shanti shanti shanti.."


Doğu da tüketildi.

Elimi uzatsam elektrik telleri geçmeyen, baz istasyonları olmayan neresi var dokunabileceğim?

Bütün bildiklerim, gördüklerim, yaşadıklarımla, nereye kaçabilirim artık?
Doğa beni kabul etmez. Kendimi bıraktığımda ormana, ölmem üç günü bulmaz.

Ben bozuldum. Kirlendim. Kirlettim. Öz'ü kaybettim.

Kurgu bitti. İhtimal yok oldu.


Midas elini neye uzatsa.. Çünkü..

Yine de..


Bulmaya çalışıyorum.

Her şeyi istememeye çok yaklaştım bu son kez.